Tip:
Highlight text to annotate it
X
Dördüncü Mes'ele
Yine Gençlik Rehberi'nde izahı var. Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından
sual edildi ki: "Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar
olan bu dehşetli harb-i umumîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti aynı hâl) {(*): Parantez
içindeki not, 1946 senesine aittir.} hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Halbuki bir
kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve câmii bırakıp radyo dinlemeğe koşuyorlar.
Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?"
dediler. Cevaben dedim ki:
Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler
gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir
dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve Küre-i Arz ve nev'-i beşer dairesinden
tut.. tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede
herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli
ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, arasıra vazife bulunabilir.
Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasib- vazifeler bulunabilir.
Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli
hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, malayani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i
hayatını boş yerde imha eder. O kıymetdar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür.
Ve bazan bu harb boğuşmalarını merak ile takib eden, bir tarafa kalben tarafdar olur.
Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.
Birinci noktaya cevab ise: Evet bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki
hâkimiyet-i âmme davasından daha ehemmiyetli bir dava, herkesin ve bilhâssa Müslümanların
başına öyle bir hâdise ve öyle bir dava açılmış ki; her adam, eğer Alman ve İngiliz
kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için bilâtereddüd
sarfedecek.
İşte o dava ise, yüzbin meşahir-i insaniyenin ve hadsiz nev'-i beşerin yıldızları ve
mürşidlerinin müttefikan, kâinat sahibinin ve
mutasarrıfının binler va'd ü ahdlerine istinaden haber verdikleri ve bir kısmı
gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar
ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek
davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda,
maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşf ve tahkik,
bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede
etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya
saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?
İşte o davayı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o davayı kaybettirmeyen
hârika bir dava vekilini o işde çalıştıran vazifeleri bırakıp ebedî dünyada kalacak
gibi âfâkî malayaniyat ile iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz
Risale-i Nur şakirdleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye
sarfetmek lâzımdır diye kanaatımız var.
Ey hapis musibetinde benim yeni kardeşlerim! Sizler, benim ile beraber gelen eski kardeşlerim
gibi Risale-i Nur'u görmemişsiniz. Ben onları ve onlar gibi binler şakirdleri şahid göstererek
derim ve isbat ederim ve isbat etmişim ki: O büyük davayı yüzde doksanına kazandıran
ve yirmi senede yirmi bin adama o davanın kazancının vesikası ve senedi ve beratı
olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur'an-ı Hakîm'in mu'cize-i maneviyesinden neş'et
edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dava vekili bulunan Risale-i Nur'dur. Bu onsekiz
senedir benim düşmanlarım ve zındıklar ve maddiyyunlar, aleyhimde gayet gaddarane
desiselerle hükûmetin bazı erkânlarını iğfal ederek bizi imha için bu defa gibi
eskide dahi hapislere, zindanlara soktukları halde, Risale-i Nur'un çelik kal'asında
yüzotuz parça cihazatından ancak iki-üç parçasına ilişebilmişler. Demek avukat
tutmak isteyen onu elde etse yeter. Hem korkmayınız, Risale-i Nur yasak olmaz; Hükûmet-i Cumhuriyenin
meb'usları ve erkânlarının ellerinde mühim risaleleri iki-üçü müstesna olarak serbest
geziyorlardı. İnşâallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslahhane yapmak için bahtiyar müdürler
ve memurlar, o Nurları, mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler.